27 Aralık 2016 Salı

AYAK SESLERİ / ALÂEDDÎN ÖZDENÖREN











Birazdan soğuk çıkar
Bir ürperti geçer içimizden
Deniz ta ayaklarımızın dibine gelir
Bir baskın verir gibi sessizce gelir
Üstümüze renk renk kuşlar serpilir
Gözlerinin içi güler gece aydınlanır
Ve bütün eşya kaçışır uzaklara.

Bir anlatışın var gelişinle gülüşünle
O hiç bir zaman olmayacak olanı
O nice bin serüvenden arta kalanı
Kalbimizin her vuruşunda daha iyi anladığımız
İçimizdeki kudurgun şeytanı
Ki loş koridorlarına üniversitenin
Bir sigara paketi gibi buruşturup attığımız gençlik
Çay bardaklarında eriyen günler
Sizler tanırsınız o şaşmaz yanılmaz şeytanı.

Şimdi ben seni gözlüyorum
Geçmiş gecelerin aralığından
İç içe rüya kapılarını açıp geliyorsun
Bir tüy gibi hafif geliyorsun
Anlıyorum kapıların açılıp kapanışından.

Şimdi sen geliyorsun o sonsuz kayalıklardan
Sırları gümüşten olan o sonsuz kayalıklardan
Yalvaran sesin geliyor düğümleniyor içime
Karlı bir gün dönüşünde olduğu gibi.

Sen geliyorsun ayak seslerinden belli
Ayaklarının yerleri öpüşünden belli
Ki o öpüşler deniz dalgalarına vergi
Ayaklarında menekşelerden bir sergi
Menekşeler mi seni bana getiren.

Başım acıların dalgın gölünde
Mümkün mü geçmiş gecelerin birinde
Buluşmak yeniden
Şimdi gelinmez o yerlerdeki sevgiliyle.

Yahut zaman tamamlayadururken devrini
Giyinerek hatıralar elbisesini
Düşmek izine senin
Gittiğin o sürgünler ülkesinin
Çekip çıkarmak içinden.

İçimde bir dönüş başlıyor yeniden
Şiirin kutsal çağrısına ve aşka
O afyon sarısı ırmağa
Ve bütün aldatılmış kadınlara
Çünkü yalnız onlar öper gözlerinden çocukların
Yalnız onlar katlanır acının çığlıklarına.



22 Aralık 2016 Perşembe

ALİŞİM / RIFAT ILGAZ












Kasnağından fırlayan kayışa
Kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zilelinin gitti ayakları,
Yazıldı onun da raporu:
"ihmalden!"
Gidenler gitti Alişim,
Boş kaldı ceketin sağ kolu...
Hadi köyüne döndün diyelim,
Tek elle sabanı kavrasan bile
Sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin iç yüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer...
Kim görecek kepenek altında eksiğini
Kapılanırsın boğaz tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
Beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim
Sol yanın sevdiğini.
Kızlarda emektar sazın gibi
Çifte kol ister saracak!


21 Aralık 2016 Çarşamba

ŞAHİT / Nabi Hazri

Onlar görüşdüler... Aylı géceydi,
Oğlan pıçıltıyla(1) "sévirem" dédi.
"Ehdinden"(2) dönenin gözü oyulsun!
Ay da sévgimize koy şahit olsun!"

Onlar ayrıldılar... Aylı géceydi,
Oğlan başkasına "sévirem" dédi.
Ay girdi buluda üzünde(3) keder,
Korhdu (4) bir de (5) onu şâhit çekerler.


---------------
(1) fısıltıyla
(2) Ahdından; sözünden
(3) yüzünde
(4) korktu
(5) bir kez daha; yine


20 Aralık 2016 Salı

AMENTÜ / İsmet ÖZEL














insan
eşref-i mahlûkattır, derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklâmların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma niye gelmezdi
babam onbeşli olmasa.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide meselâ.

Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa her gün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan
babamdı.

Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbelâ kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.

Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilâl haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çığırmak:

Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde


Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:
Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur

bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sayarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak için saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola.

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.
Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamayı.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahîm olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?

Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
Ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifirî korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi âlemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.